Köydeki kocaman söğüt ağacının altına oturmuştu, sığınmıştı gölgesine. Ağzındaki saman çöpüyle, paçaları dizlerine kadar sıvalı, ayakları suyun içinde pinekliyordu. Kafasında yazlık kasketi terden sırılsıklam olmuştu. Önünden akan büyükçe derenin üstündeki güneş pırıltılarını seyrediyordu.
Ardında bir ses duydu birden. İrkildi, döndü baktı güneşten ve mutluluktan mayışmış bir insan ne kadar hızlı dönebilirse. Geniş bir gülümseme kavruk suratına, güneşte bal rengine çalan gözleri parladı birden. Hatice’ydi gelen, yavuklusu. Çocukluklarından beri sevdalıydılar evlenmişlerdi yakın zamanda da Allah’ın izniyle. Hatice’nin masmavi gözlerine baktı yaklaştıkça, yazmasından bir perçem saçı düşmüştü yüzüne, ipeğe benzeyen. Ceylan gibi narin geldi Hatice, önünde durdu, elinde ufak bir tencereyle bir testi:
- Anam tarhana çorbası yapmış, acıkmışındır. Ben de ayran yaptım yanına sıcakta ferah ferah içesin deyi gettim.
- Eyi yapmışsın Hatçem gel otur yanıma.
Oturdu Hatice. “Hatçe”sini seyretti o da bir yandan yemeğini yerken. Nasıl da acıkmıştı. Tam son kaşığını almıştı çorbasından ki…
- Tertip!
- …
- Şşşt tertip! Kalksana oğlum
Ve Ankaralı Ali, yavuklusunu rüyasında bırakarak, burnunda anasının tüten tarhana çorbasının kokusu, ve bilakis midesindeki gurultularla beraber kalktı, giyindi. Güzel Ankara’sından uzakta, anasından, babasından, “Hatçe”sinden uzakta, 3.00-5.00 nöbetini tutmak için koğuştan çıkıp karanlığa karıştı.
A.Ü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder